Kültür sanat alanında sessizlik gerçekten bozuldu mu?
Gerçek bir değişim istiyorsak, sadece bireysel ifşalarla değil; yapının kendisini sorgulayarak ilerlemeliyiz. Konservatuvarlarda taciz, toplumsal cinsiyet ve etik konuları zorunlu eğitim olarak müfredata girmeli örneğin. Hoca–öğrenci ilişkisi yeniden tanımlanmalı; "usta–çırak" romantizminin ve istismarın arkasına saklanmamalı. Orkestralarda ve kurumlarda etik komiteler oluşturulmalı. Sanatçılar arasında dayanışma ağları kurulmalı, özellikle genç sanatçılar için güvenli alanlar yaratılmalı. Sendikal yapıların güçlenmesi, hukuki ve psikolojik destek mekanizmalarının kurulması ise olmazsa olmazdır. Ve belki çok basit ama ilk adım; suçlular korunmamalı.
Burada gördüğümüz tablo, aslında sadece sanat alanına özgü de değil. Şiddet ve taciz toplumumuzda dayanışmanın azalmasının bir semptomu. Bugün ‘mobbing’, ‘taciz’ ya da ‘emekçiler arası şiddet’ dediğimiz şeyleri tekil olaylar olarak görmek bizi yanıltır; hepsi aynı güvencesiz ve rekabetçi sistemin ürünü. Çıkış yolu da bireysel vakaları tek tek cezalandırmaktan değil, birbirimiz için kaygılanmayı, dayanışmayı ve kolektif bir “biz”i yeniden inşa etmekten geçiyor. Ancak bu şekilde hem emek hem de sanat dünyasında gerçek bir dönüşüm mümkün olabilir.
Sanatı, bu dünyayı değiştirme gücüne sahip bir araç olarak gördüğümüz için, değişimi sağlamak adına yalnızca bireysel suçları sorgulamakla yetinmemeli, aynı zamanda tüm sektörü, güç ilişkilerini ve yapısal eşitsizlikleri de sorgulamalıyız. Ancak bu şekilde gerçek anlamda “özgürleşmiş” ve adil bir sanat dünyası yaratabiliriz. O zaman sanat, sadece var olanı yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda onu dönüştürme, yeni bir gerçeklik inşa etme gücüne de sahip olur.
Gerçek bir dönüşüm, yalnızca cesur ifşalarla değil, onları izleyen radikal yapısal müdahalelerle mümkün. İşte o zaman evet, sessizlik bozuldu diyebiliriz. Ama şimdilik sadece ilk çatlaktayız gibi duruyor.
GÜNSELİN SEDA ÇETİNKAYA